Gazze’ye yardım filosu Sumud’da sürgün bir kadın: Zehra Doğan
Gazze’ye yardım filosu Sumud’da sürgün bir kadın: Zehra Doğan
Gazeteci ve sanatçı Zehra Doğan, Filistin halkına destek amacıyla Gazze’ye insani yardım ulaştırmak için yola çıkan Küresel Sumud Filosu’na katıldı. Doğan, filosundaki deneyimini ve “sumud” kavramı üzerinden direniş ve dayanışmayı Asopress’e anlattı.
Asopress - Metin Yoksu
İsrail'in Filistin'e yönelik saldırıları devam ediyor. Filistin Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre İsrail'in Gazze Şeridi'ne 7 Ekim 2023'ten beri düzenlediği saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısının 66 bin 5'e, yaralıların 168 bin 162'ye yükseldiği kaydedildi.
Bir yandan ölümler artarken diğer yandan da dayanışma devam ediyor. Filistin halkına destek amacıyla oluşturulan Küresel Sumud Filosu, Gazze’ye insani yardım ulaştırmak 31 Ağustos'ta yola çıktı. Filo, 27 Eylül 2025’te Akdeniz’den hareket etti. İlk etapta 3 tekneyle yola çıkan filo, uluslararası sularda farklı limanlardan katılacak teknelerle genişleyerek yola devam ediyor. Gemilerde aktivistler, insan hakları savunucuları ve yardım gönüllüleri bulunuyor. Gemide sürgünde ve mülteci konumunda bulunan Kürtler de yer alıyor. Bunlardan biri de gazeteci ve Sanatçı Zehra Doğan... Sumud Filosu’nun hedefi, abluka altındaki Gazze’ye doğrudan ulaşmak ve dünyada kamuoyunun dikkatini bölgedeki insani krize çekmek.
Gazetecive sanatçı Zehra Doğan, Türkiye’de gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklanmış, ardından uluslararası alanda eserleriyle ve tanıklıklarıyla adını duyurmuş bir sanatçı. Çizimleri, savaşın ve baskının tanıklığını yaparken aynı zamanda bir direniş estetiğini de kendi penceresinden kurdu. Bugün hâlâ sürgünde yaşıyor; ama hem sanat hem gazetecilik yoluyla mücadele etmeye de devam ediyor. Onun için sanat, yalnızca bir ifade biçimi değil; aynı zamanda sivillerin korunması ve hak ihlallerinin kayıt altına alınmasının bir aracı. Filistin için yola çıktığı Sumud Filosunu ve deneyimini, Kürt mücadelesi ile evrensel özgürlük talepleri arasındaki bağı ve ülkeye dönüş ihtimallerini Zehra Doğan Asopress'e anlattı.
“Sumud” Arapça'da "sebat, direnç, köklerinden kopmama" anlamına gelir. Filistin’de özellikle 1967’den sonra, İsrail işgaline karşı halkın gündelik yaşamını sürdürerek topraklarında kalma iradesini tanımlamak için kullanılan bir kavram aynı zamanda. Sumud sadece silahlı ya da siyasi bir direnişi değil; köyünü terk etmemek, evini yeniden inşa etmek, tarım yapmaya devam etmek gibi günlük yaşamda var olma mücadelesini de ifade ediyor. Bugün de hem Filistin’de hem uluslararası dayanışma hareketlerinde “sumud”, dirençli kalma ve varlığı koruma sloganı olarak kullanılmaya devam ediyor. Zehra Doğan bir nevi "sumud" misali mücadelesini sürdürmeye devam ediyor.
Kimi zaman sosyal medyada Kürt aktivistlerin Filistin'e olan dayanışması eleştiriliyor? Bu neden olabilir? Bu yönlü kaygıların var mı?
Ben bir Kürdüm ve halkımızın özgürlük mücadelesi devam ediyor. Bir yerde hak ihlallerine karşı durmak, diğer yerde olan biteni görmezden gelmek anlamına gelmemeli. Kürt mücadelesinden öğrendiklerim, başka coğrafyalarda da adalet ve özgürlük taleplerine duyarsız kalmamamı sağlıyor. Benim savunduğum tekil bir mücadele değil; adalet, kadın özgürlüğü ve insan hakları. Filistinli sivillerin yaşadığı acı da ve bu savaşın karşısında duran İsrailli halkın yaşadıkları da bu çerçevede okunmalı. Kürtlerin mücadelesi aynı zamanda dünyaya nefes aldıracak üçüncü bir yolun ısrarıdır: demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü bir yaşam felsefesi. Bu nedenle ne Filistin’in ne de İsrail’in savaş argümanlarına katılmıyorum ama yine de bu savaşa karşı bir duruş göstermek zorundayım.
Temel insan haklarından söz etmek, bireyin en temel olan yaşam hakkından söz etmek ve bunun ısrarcısı olmak bir duruştur. Bu duruş bu gün Kürtler için birilerinin öldürülmesine karşı belirli gerekçelerden ötürü ölümlerine sessiz kalınarak sağlanamaz.
Peki ya eleştiriler?
Bu eleştirileri önemsiyorum. Hamas’ın kadın politikaları ve şiddet pratikleri sorgulanmalı; ben de bu sorgulamanın içindeyim. Feministlerin bu konudaki eleştirel duruşu çok değerli. Ancak bu eleştiri, Filistin’deki sivil kayıplara karşı kayıtsızlık olarak okunmamalı. Şiddetin her türüne karşıyız; bu tutumumuz, sivillerin yaşam hakkını savunmamızla çelişmez. Tam aksine, şiddetin kaynağı ne olursa olsun ona karşı çıkmak, sivillerin korunması çağrısını güçlendirir. Bugün Gazze’de çocuklar, kadınlar, masum insanlar hayatını kaybederken “ama orada Hamas var” diyerek geri çekilmek vicdanen kabul edilemez.
Tam da bu nedenle hem Hamas’ın şiddetine hem de İsrail hükümetinin sivilleri hedef alan saldırılarına aynı anda karşı durmak gerekiyor. Bu, tarafsızlık değil; insan haklarını merkeze koyan bir duruştur.
Gazze'ye doğru yoldasınız, zor şartlara alışık birisin peki ya yolculuk nasıl gidiyor?
Elbette endişeler vardı; bu tür yolculuklar teknik, hukuki ve güvenlik riskleri taşıyor. Ancak bunları öngörerek, hazırlıklı ve dayanışma içinde hareket ettik.. Ben F.Lotta filosuyla hareket ettim. F.Lotta filosu, uzun süredir Akdeniz’de göçmen kurtarma çalışmaları yürütüyor. Ben onların 14 Eylül'de “Akdenizi İşgal Et” eylemlerini izlemek üzere buraya geldim. İlk olarak Akdeniz açıklarında bir eylem gerçekleştirdik binlerce göçmen botunun battığı birçok insanın boğularak öldüğü adına Denizden Mezarlık denilen noktada eylem yaptılar. Sonra rotalarını Sumud Filotillasına çevirdiler. F.Lotta geçtiğimiz haftalarda SUMUD Filotillası’nı belirli bir noktaya kadar denizden destekleme kararı aldı. Bu nedenle ben de 12–25 Eylül arasında bu yolculuğa katıldım.
Bu süre boyunca teknede kalarak atmosferi yerinde gözlemledim, yolculuğu video, çizim ve yazılarımla belgeledim ve elimden geleni yapmaya çalıştım. 25 Eylül itibariyle deniz yolculuğum sona erdi, ancak bu tanıklığı ve edindiğim gözlemleri kamuoyuyla paylaşmayı sürdürüyorum.
Yolculuktaki insanların temel motivasyonu neydi?
Yolculuğun temel motivasyonu, insani koridor talep etmek, sivillerin korunmasını savunmak ve Gazze’de süren kuşatmanın yarattığı insani krize dikkat çekmekti. Burada amaç siyasi bir taraf tutmak değil, en temel insan hakkı olan yaşam hakkını savunmak.
Teknelerde bir araya gelen gazeteciler, belgeselciler, aktivistler ve gönüllüler, bu görünürlüğü sağlayarak uluslararası kamuoyunu harekete geçirmeye çalıştı. Bu tür filolar yalnızca yardımı ulaştırmayı değil, aynı zamanda engellemeleri kayıt altına alarak hukuki ve politik bir baskı mekanizması yaratmayı da hedefliyor.
Filo Gazze'ye ulaşabilir mi?
Filistin’e varmak teknik olarak garanti edilemez. Denizde ciddi güvenlik riskleri, askeri ve hukuki engeller var. Benim gözlemlediğim şey, insanların bu zorluklara rağmen kararlı oldukları. Bu yolculuk yalnızca varmakla ilgili değil; insani yardımın ve sivillerin sesinin dünyaya duyurulmasıyla ilgili. Yolculuk sırasında Avrupa’nın birçok şehrinde dayanışma gösterileri yapıldı, milyonlarca insan sokaklara çıktı. Dünyanın dört bir yanından protesto ve destek mesajları ulaştı. Bu da filonun, varamasa bile, kamuoyunu harekete geçirme amacına ulaştığını gösteriyor.
Varmak ya da varamamak bu filolar neyi başarıyor?
Bu tür filoların amacı sadece “ulaşmak” değildir. Yolculuk boyunca oluşturulan medya görünürlüğü, hukuki kayıtlar ve uluslararası farkındalık, en büyük kazanımlardır. Bu sayede kamuoyu oluşur, devletler ve uluslararası kurumlar insani yardım konusundaki sorumluluklarını yerine getirmeye zorlanır.
Bunu çok net gördüm: denizdeki her hareket, basına yansıyan her kare, dayanışma ağlarını daha da güçlendirdi. Bu tür eylemler, ulaşamasa bile bir politik ve insani etki yaratır.
Oradaki atmosfer nasıldı?
Atmosfer karmaşık ama aynı zamanda kararlı bir ruh taşıyor. Teknelerde yoğun bir dayanışma var: uykusuz nöbetler, sürekli iletişim, ihtiyaçların kolektif şekilde çözülmesi… Aynı zamanda gerilim de hissediliyor; çünkü herkes risklerin farkında.
Bu, benim daha önce deneyimlemediğim bir protesto biçimiydi. Karadan uzak, haftalarca denizin üzerinde olmak hem fiziksel hem psikolojik olarak zorlayıcıydı ama insanların dayanışma kararlılığı bu süreci mümkün kıldı.
Gemiden ayrıldın buradan ülkeye dönüş yapacak olursak. Abdullah Öcalan’ın Avrupa’ya gitmek zorunda kalanları yurda davet eden çağrısı var; senin için ülkeye dönmek fikri ne zaman oluşur?
Sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısı, diasporadaki Kürtler için önemli bir tartışma başlatıyor ve bu çok değerli. Bu çağrıya yanıt vermenin gerçekçi olabilmesi için, Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün güvence altına alınması, siyaset yapmanın ve gazetecilik yapmanın suç olmaktan çıkması gerekiyor. En temel hak olan yaşam hakkının sağlanması gerekiyor.
Benim için ülkeye dönüş, bir kişisel tercih meselesi değil; hukuki ve politik koşulların oluşturulması gereken bir süreç. Bu gerçekleştiğinde, yani gerçekten demokratik bir ortam sağlandığında, ülkeye dönmenin aileme ve arkadaşlarıma ve şehrime kavuşmayı çok isterim. Belki de Edward Said'in Yersiz Yurtsuz kitabında dediği gibi belki dönebilme koşulları yaratıldıktan sonra döndüğüm yere de artık ait olmadığımın hissi ağır basacak. Belki de hiç bir şeyi eskisi gibi bulamayacağım ve kalma koşullarımı yaratamayacağım ama en azından gerektiğinde gidebildiğim bir ülkemin olduğu fikri çok önemli bir hak.
Asopress / Metin Yoksu
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.