Yasaklı meydanlardan özgür meydanlara barışın dili
Yasaklı meydanlardan özgür meydanlara barışın dili
Son günlerde medyada barış ve süreç karşıtı söylemler yükselirken bir yandan da barışın dili meydanlarda kendine yer bulmaya çalışıyor.
Asopress - Metin Yoksu
Batman'da binlerce kişi dün alanlardaydı.Sadece Batman değil, çevre illerden de gelenler barış taleplerini kentin en işlek kavşağında dile getirdi. Alan doluydu; duyulur olma arzusu ve sorumluluk bilinciyle... Suskun bırakılmış şehirlerin duvarlarını titretmek isteyenler alanlardaydı. Bir alana bakarak son 10 yılı anlatmak zordur. Bir halk nasıl barış talep ediyor ve en önemlisi de barış talebi neden hiçbir zaman dinmiyor?
Kürt siyasal hareketinin mücadele pratiklerinin ilk adımları Batman'da atılmıştı. Petrolün etrafında toplanmış küçük bir köy, bugünün kocaman bir kentine dönüştü. Kürt siyasal hareketinin ilk öncü kadroları, Kürt işçi sınıfını burada örgütledi. Kürtlerin demokratik siyasetinin de ilk adımlarından biri olan kent, aynı zamanda ilk yerel yönetimi kazanan kent unvanına da sahip. Kürt siyaseti, Edip Solmaz’ı aday göstererek ilk yerel yönetimi kazanmıştı. Tarih 12 Kasım 1979'u gösterdiğinde bu, ilk değildi ama bir ilkin önüne geçmek için faili meçhul bir cinayetle Solmaz, onun şahsında Kürt demokratik siyaseti katledilmek istendi. Kürt halkı, siyasetçileri ilk defa katledilmiyordu ve maalesef bu son da olmadı. Sonraki yıllarda büyük katliamlar yaşandı. Fakat mücadele aynı eksende büyüdü.
Yüzyıllık bir inkârın, son 50 yılın savaşını sona erdirmek ve onurlu bir barış mücadelesi yürütülüyor. İmralı’da Abdullah Öcalan’ın yürüttüğü görüşmelerin yansımaları alanlara, sokaklara taşınmak isteniyor. Batman’da da yapılmak istenen tam olarak bu. 1990’lı yıllarda köyleri yakılan, yıkılan kim varsa kentlere göç etmek zorunda bırakıldı. 2015’te ise bu defa şehirleri yıkıldı ve büyük bir kitle Batman’a sığındı... İşin özeti: Batman her dönem Kürt halkının sığınağı oldu. Kent bugünlerde ekokırım altında olsa da, bu başka bir yazının konusu... Pazar günü binlerce kişi, DEM Parti Batman İl Binası önünde bulunan Dört Yol Kavşağı’nda toplandı.
Binlerce kişi bir araya gelse de, kimi görüşlere göre miting akşam saatlerinde olsaydı alan daha da kalabalık olurdu. Henüz saatler mitingin başlama vaktini göstermeden, yoldan geçenler neden mitingin akşam yapılmadığını soruyorlardı. Aynı soruyu soran kişi, “Onlar da biliyor, izin verseler çok daha kalabalık olacak,” diyerek kendi sorusuna kendi yanıtını veriyordu. Meşhur İpragaz, ya da şimdiki adıyla Cudi Mahallesi’ne giden bulvar yolundan alana doğru ilerlerken, kendi aralarında konuşanlar da bunu söylüyordu. Haklılar, çünkü bu kentin sadece bir gününe bakıp analiz yapılamaz. Aynı şekilde Kürt halkının da bir güne bakarak analizi yapılamaz.
Batman’da 2018 seçimlerinde binlerce kişi sürekli alanlardaydı. OHAL’lere, sokağa çıkma yasaklarına rağmen sokaklar hiç terk edilmedi. Kimi zaman bir kişi, kimi zaman yüz bin kişi bu kentin sokaklarında direndi. Yıllardır bu kentin sokaklarında gazetecilik yaparken şahit olduğum manzara buydu. 1 Kasım 2015 seçimlerinin ardından bu kentte binlerce gün fiili bir OHAL ilan edildi. Her 15 günde bir, her türlü eylem ve etkinlik yasaklandı. Elbette bu yasak sadece demokratik siyaset yürütenlere karşıydı! Demokratik kitle örgütlerinin ve HDP İl Binası’nın önünde sürekli polis ekipleri vardı. Kaç basın açıklamasına müdahale edildi, sayısını partililer dahi bilmiyordur! 2019 yılında yerel seçim zaferini kutlamak isteyenler bu meydana toplandığında, sayılar çoğaldıkça polis yetmemiş, jandarma ve zırhlı araçlar dahi getirilmişti. Pazar günü, bu meydan tüm yasaklara rağmen Öcalan’ın posterleriyle dolarak onurlu bir barış talebiyle toplandı. Meydana gelemeyenler de vardı. Yani bu kentin her sokağında bedel ödeyen bir halk var.
Çok değil, daha birkaç yıl önce Batman İl Emniyet Müdürü, demokratik yürüyüş hakkını kullanmak isteyen siyasetçilere izin vermemiş, kenti gaza boğmuş, sonrasındaysa Maraş’ta — yani kendi memleketinde — belediye başkan aday adayı olmuştu. Bu uğurda emniyet müdürlüğünden istifa etmişti. Halk o günleri hiç unutmadı! Bu kenti belgeleyen biz gazeteciler de unutmadık. Halk, meydanları kimi zaman doldurur, kimi zaman öz savunma yaparak kenardan sessizce izler. Meydana gelen her genç, evine gider, orada olup biteni ailesine anlatır. Bu kentte Dört Yol’da konuştuğunuz bir cümle, kentin öbür ucuna en fazla on dakikada ulaşır...
Peki ya bu kenti yıllardır görmek istemeyen medya? Bu mitingi ve bu kentin yıllardır yaşadıklarını görmeyen, izini silmek isteyen görünmez bir dil var. Medya, iktidar söylemi, “güvenlik” vurgusuyla örülmüş basmakalıp anlatılar… Oysa meydanda bambaşka bir hikâye okunuyordu; bu anlatıların ötesinde bir dil yükseliyordu — barışın dili. Kürt halkının yıllardır içlediği, “Bari barış olsun” değil; “onurlu bir barış” diyen özlemiyle yoğrulmuş bir dil. Ve bu dil, yalnızca sloganlarda değil; göz göze bakışlarda, omuzdaki samimiyette, paylaşılmış acılarda konuşuyordu.
Alanda görüştüğüm Şerzan Kurt’un babası Ömer Kurt, “Kürtler hep barıştan yanaydı. Bugüne değil, yüzyıl öncesine gidelim, durum aynıydı. İttihat ve Terakki kadroları hep bunu dayattı ve bu halklara yüz yıl boyunca kaybettirdiler. Ben oğlumu kaybettim. Bu meydana gelen hemen herkesin bir oğlu, bir amcası, babası, teyzesi, ablası öldürüldü. Hepimiz bedel ödedik. Bugün barışı, tüm bunlara rağmen istiyoruz,” diyerek alanın talebini özetliyordu adeta.
Bu coğrafyada kimi canıyla, kimi yaşadıklarıyla bedel ödedi. Bu coğrafyada herkes üstüne düşen bedeli ödemiştir. Alanda gençlerle doyasıya eğlenen, kolunda “babam” dövmesi olan Rojda Tunç’a dövmenin hikayesini soruyorum. Babasını erken yaşta kaybetmiş. Babası Ahmet, 50 yaşında vefat edince dövmeyi yaptırdığını anlatıyor. Zafer işaretini gururla kaldırırken, babasının bugünleri görse sevinçten onun da alanda olacağını söylüyor. Bu coğrafyada barışı göremeden yaşamını yitirenleri anıyor ve şunu ekliyor: “Herkesin bir acısı var. Bu coğrafyayı dinlemeden, konuşmadan yargılamaya kalkanlar çok. Onların ne dediği değil, bizim ne dediğimiz önemli çünkü bu halk direniyor.”
Alanda konuştuğum KHK’li öğretmen Metin Naz, barış istediği için mesleğinden olmuş ama mücadelesinden vazgeçmemiş. Bugün Kürtlerin tüm ulusal taleplerinin en asgari olanlarının bile demokratik talepler olduğuna işaret eden Naz, “ Barış istediğim için, benim gibi binlerce kamu emekçisi ihraç edildi. Barış öyle sıradan bir şey değil. Onurlu bir barış istediğimiz için insanlar bedel ödedi. Bugün alanda olan veya olmayan herkes, taşıdığı pankartta, söylediği sözde on kez düşünerek konuşuyor. Çünkü süreçler bozulabilir; daha önce oldu. Ve bugün söylediği sözler, yarın hakkında dava açılmasına neden olabilir. Ama buna rağmen Kürtler sözünü söylemekten çekinmedi. Mesele, Kürtlerin nasıl bir barış istediği ya da barış taleplerinin nasıl olmaması gerektiği değil; artık Türk halkı nasıl bir barış istiyor, orası konuşulmalı. Türk medyası artık bunları göstersin,” dedi.
Metin Naz’ın yanından ayrıldıktan sonra, 21 yaşındaki Sidar Eser’in söyledikleri, Naz’ın sözlerinin devamı gibi... Eser, “Kürt olduğum için ırkçılığa maruz kalmak istemiyorum. Bugün söylediğim sözler, yarın yargılama konusu olabilir. Fakat benim söylediğim değil, Kürtlerin söylediği sözler demokratik taleplerdir. Akşam eve gittiğimde ayrımcı bir dili televizyonlarda görüyorum. Bu sadece haberlerde değil, sadece televizyonlarda değil; sosyal medyada ve her yerde ayrımcı, ırkçı bir dille karşı karşıyayız. Bugün en çok izlenen diziler Kürt coğrafyasında çekilen diziler. Peki, anlattıkları o karakterler Kürtleri mi temsil ediyor? Kürt kadını bu mudur onlar için? Bugün Kürt kadınları direniyor. Özgür ve özgürlüğü için mücadele ediyor. Bozuk Türkçeyle konuşturulan, elinde silahlarla dolaşan mafyatik karakterler nerede? Biz neden görmüyoruz bunları? Bakın, haber programları var ama hiçbiri buranın gazetecileri değil. Bu coğrafyaya ya ayda yılda bir kez gelenler ya da hiç gelmeyenler! Bu dil değişmeli ki onurlu bir barışın adımı atılsın. Biz barış istiyoruz. Ama biraz da Batı barış istese ve kendi iktidarına, kendi yöneticilerine baskı yaparak süreci hızlandırsa, hepimizin faydasına değil midir...” diyerek süreci özetliyor.
Meydanda bir araya gelenler de, gelemeyenler de sözlerinin duyulmasını istiyor. Yargılanmadan, özgürce kendilerini ifade etmek istiyorlar. Haklılar da. Meydanda Öcalan’ın flamasını taşıdığı için en az 10 kişi gözaltına alınıp, aynı gün işlemleri yapılıp serbest bırakıldı. Görüştüğüm birçok kişi, söyleyecek çok daha fazla sözleri olduğunu ve öz savunma yaptıklarını, yasal düzenlemeler oldukça barışa adım adım yaklaşılacağını söylüyor.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.