Oppenheimer’a soldan bir okuma - Anuş Pazarcıyan
Oppenheimer’a soldan bir okuma - Anuş Pazarcıyan
"İkinci Dünya Savaşı’nda, Nazi Almanya’sının atom bombası geliştirdiği yönünde haberler yayılır. Heisenberg gibi kuantum ve atom fiziğinde dönemin en önemli fizikçilerinden birine sahip olan Almanya’da bu teorik olarak mümkündür."
Aso Press - Sinema ve kültür sanat yazıları ile tanınan Anuş Pazarcıyan, Oppenheimer’a dair tarihsel bir okuma yaptı. Nolan’ın filmini baş yapıt olarak tanımlayan Pazarcıyan filmi tarih bilgileri ile okuyarak soldan bir bakış perspektifini ortaya döktü.
Pazarcıyan’ın yazısı şöyle:
J. Robert Oppenheimer “atom bombasının babası” olarak adlandırılan Yahudi kökenli ABD’li fizikçi. Dünyada üretilen ve patlatılan ilk atom bombasını üreten ekibin bilim insanları bölümünün başı. Ünlü “Manhattan Projesi” bilimsel şefi. Öğrencilik yıllarında ucundan kıyısından komünizme sempati duyan, fakat hiçbir dönem örgütlü komünist çalışmada yer almayan bir insan. 1950’li yılların ortalarında, çok ünlü olmasına rağmen, komünizme karşı cadı avcılarının radarına takılan, sorgulanan,Sovyetler Birliği işbirlikçiliği, evet ajanlığı ile suçlanan bir bilim insanı. Oppenheimer’de Nolan, Kai Bird ve Martin J. Sherwin’in Oppenheimer Biyografisi’nden yola çıkarak yazdığı uyarlama senaryo ile bu bilim adamının öyküsünü anlatıyor. Film, film tarihine geçecek bir girişle başlıyor. Perde büyük bir gürültü ile cayır cayır yanıyor. Cehennemin kapılar açılmıştır sanki. Yazıya Prometeus’a atıf görüyoruz. O ateşi çaldı ve tanrılar tarafından cezalandırırdı! Öykünün başlangıcı olarak Nolan Oppenheimer’in ünlü İngiliz üniversitelerinden Cambridge’deki öğrencilik yıllarını alıyor. Üniversitenin fizik bölümü laboratuvarında profesörü ve öğrenci arkadaşları tarafından sakarlığı nedeniyle biraz alayla yaklaşılan genç, teorik fizikte, kuantum mekaniği konusunda dâhiyane bir bilim insanı ile tanışıyoruz. Geceleri rüyasında kuantum fiziğine resimler bulan bir bilim adamı. Nolan Oppenheimer’in rüyalarında kuantum fiziğini görselleştiriyor bizim için.
Rengârenk bir kaos düzeni. Oppenheimer bütün kuralları çiğneyerek, hayranı olduğu dönemin en ünlü atom fizikçisi Niels Bohr’un bir konferansına katılıyor. Niels Bohr’un konferansı o kadar önemlidir ki Oppenheimer için, onun konferansa katılmasını engellemeye çalışan doçentini zehirlemeye hazırdır. Niels Bohr, onun sorduğu sorular nedeniyle Oppenheimer’deki potansiyeli görüyor. Ona Göttingen’e gitmesini öneriyor. Orada atom fiziği dersi veren Werner Heisenberg atom çekirdeğinin parçalanması konusunda çalışmalar yürütmektedir. Oppenheimer, Heisenberg’in bir dersine katılır. Onunla tanışır, fikir alışverişinde bulunur. Heissenberg genç Oppenheimer’i bir rakip olarak kavrar ve pek de ciddiye almaz görünür. Cambrigde yıllarından sonra atom fiziğinde epey ilerleyen Oppenheimer ABD’ye geçer. California Üniversitesi’nde eğitim görevlisi olarak çalışmaya başlar. Burada hayatında önemli rol oynayacak kimi insanlarla tanışır. Bunlardan biri Nobel ödüllü Ernest Lawrance’dir. Daha sonra evlendiği eşi Biolog Kitty ve bir süre âşık olup birlikte yaşadığı Jean Tatlock ile de bu dönemde tanışır. Jean Tatlock komünist partisi üyesidir. Oppenheimer’in kardeşi Frank Oppenheimer de komünist partisi sempatizanıdır. Avrupa’da İspanya İç Savaşı sürmektedir. Jean ve Frank’ın ısrarlı çabaları ile Robert Oppenheimer ABD Komünist Partisi’nin İspanya’da demokrat hükümeti desteklemek için düzenlediği toplantılara ve kampanyaya katılır. Maddi destek verir. Bu 1954 yılında Atom Enerji Komisyonunda çalışanlar için gerekli güvenlik belgesinin yenilenmesi sırasında yapılan ve filmin önemli bir bölümünü oluşturan sorgulamada karşısına komünist partisini desteklediği suçlaması biçiminde çıkar.
İkinci Dünya Savaşı’nda, Nazi Almanya’sının atom bombası geliştirdiği yönünde haberler yayılır. Heisenberg gibi kuantum ve atom fiziğinde dönemin en önemli fizikçilerinden birine sahip olan Almanya’da bu teorik olarak mümkündür. Nazi lmanya’sından önce atom bombası üretilmesi savaşın gidişatı açısından önemli görülmektedir. ABD’de karar alıcılar atom bombasının en kısa zamanda üretilmesi kararını alırlar. Manhattan Projesi adı verilen projenin ordu/devlet açısından yönetilmesi görevi ABD Generali Leslie R. Groves’a verilir. Nolan, Oppenheimer’de Groves ile Oppenheimer’in ilk karşılaşmalarında birbirlerine kuşkuyla yaklaşan iki karakterin süreç içinde nasıl aynı amaca kilitlenip birlikte çalışma içinde âdeta dost olduklarını gösteriyor. Groves bilim insanlarının ordu/devlet ile ilişkilerinde aracı, ana halkadır. Oppenheimer, projenin bilimsel yöneticisi olarak taleplerini getirir. Projeye inanan Groves bu taleplerin yerine getirilmesi için gerekli olan işleri hâl eder. Oppenheimer’in küçük bir çiftliğe sahip olduğu, çöl ortasındaki Los Alamaos atom bombasının üretimi ve ilk testi için mekân olarak seçilir. Burada projede çalışan bütün insanların eşleri ve çocukları ile birlikte yaşayabilecekleri bir kasaba inşa edilir.
ABD’nin en iyi bilim insanları, başta fizikçiler olmak üzere Alamos’ta çalışmak için yan yana getirilir. Los Alamos kendi içine kapalı bir dünyadır. Çalışmayanlar için yasaklı, birinci derecede güvenlikli askeri bölgedir. Oppenheimer’in yakın dostu İsidor İsaac Rabi Los Alamos’ta teorik fizikin pratiğe uygulanması konusunda Oppenheimer’in en büyük yardımcısıdır. Oppenheimer, kendisi de fizikçi olan kardeşi Frank’ın da projede birlikte çalışmasını istemektedir. Başlangıçta güvenlik gerekçesi ile ret edilir bu istek. Fakat son aşamada Grove bir türlü Oppenheimer’in bu isteğini de yerine getirmeyi başarır. Projenin son aşamasında Oppenheimer’in hayranı olduğu Nils Bohr’da projeye katılır. Filmde 25 dakikaya yakın Los Alamos’daki hayatı görürüz. Bilim insanları –hemen hepsi erkek– harıl harıl atom bombası üretiminde çalışmaktadır.
Fizikçiler aralarında tartışmalar yürütmekte, ortaya pratikte çıkan sorunların nasıl aşılacağı konusunda fikir alış verişi yapılmakta, kimi sorunlar deneme/yanılma yoluyla öğrenerek aşılmaktadır. Bütün bilim insanları için şimdiye kadar görülmemiş bir güçte bir bombanın üretildiği açıktır. Ama bu büyüklüğün ne olduğu sonuçta ‘Trinity’ adı verilen ilk patlatmada görülecektir. Ne olacağı tam bilinmemektedir. Kendi aralarındaki konuşmalarda, bu ilk patlatmada dünyanın sonu da gelebilir mi sorusuna Oppenheimer’in verdiği cevap “teorik olarak mümkündür” şeklindedir. Bilim insanlarından biri, Edward Teller, teorik olarak atom bombasından 100 kat daha etkili hidrojen bombası üzerine çalışmaktadır. Oppenheimer, Manhattan Projesi çerçevesinde hidrojen bombası üzerine çalışmalara karşıdır. Bunu anda potansiyelin yanlış kullanılması olarak görmektedir. Aralarında üzerinde çalıştıkları muazzam yıkıcı bombaların kaçınılmaz olarak sivilleri de hedef alacağı, bu yüzden üretilmesinin ne kadar doğru olduğu konusunda ahlaki tartışmalar da yürümektedir. Almanya ile ilk bombayı üretme konusunda yarış bağlamındaki konuşmalarda, Almanya’nın bombayı üretemeyeceği, bunun ekip işi olduğu, Nazilerin ise bütün Yahudi bilim insanlarını yok ettiği ve kaçırdığı için bombayı üretemeyeceği esprileri yapılmaktadır. Bir Heisenberg yetmez! Yine tartışmalarda, atom bombası çalışmalarından müttefik Sovyetler Birliği’nin haberdar edilmesinin doğru olacağı görüşleri savunulmaktadır. Bu görüşü savunanlardan biri Oppenheimer’dir. Erkekler böyle çalışırken, evli erkeklerin eşleri evde çocukları büyütmekte, çamaşır yıkayıp, ütü yapmakta, ev işleri ile uğraşmaktadır. Tek şikâyetleri eşlerinin eve geç gelmesi ya da hiç gelmemesidir! Bilim adamları ciddi işler ile uğraştıkları için aile hayatına zamanları yoktur! Tipik 1940’lı yıllar erkek- kadın “iş bölümü”! Filmin Los Alamos bölümünün en önemli sahnesi ilk atom bombası patlatma denemesinin yapıldığı sahne. Avrupa’da savaş bitmiştir. Uzak Asya’da Japonya direnmektedir. Savaş sürmektedir. Atom bombası üretilmiştir. Sıra ilk denemeye gelmiştir.
Bomba patlatılacağı platforma yerleştirilir. Bu platforma yerleştirme işine Oppenheimer bizzat katılır. İlk deneme kötü hava şartları nedeniyle kısa süre erte lenmek zorunda kalınır. Herkes merak ve heyecan ve biraz da endişe içindedir. Bombayı patlatacak ekip, bunun içinde Oppenheimer de vardır, bombadan 9 kilometre öteye konuşlanır. Los Alamos kasabasında diğer yaşayanlar otuz kilometre uzaktan, âdeta yazlık sinemada film izliyormuş gibi izlerler ilk deneyi. Dokuz kilometrede olanlar gözlerini siyah gözlükle korurlar. Bunun yanındaki tek koruma tedbiri güneş kremidir. Sonra Oppenheimer’in gözünden çöl ortasına kurulmuş bir bunkerin gözetleme deliğinden izleriz deneyi. Büyük bir sessizlik. 9-8-7....1 ve kırmızı düğmeye basılır. Tarih 16 Temmuz 1945, saat 05.29.45’tir. Uzakta yavaş yavaş kızıllaşan ufku, giderek devasa bir mantara dönüşen bir alev topunu görürüz. Bu sırada duyduğumuz yalnızca Oppenheimer’in nefes alış verişidir. Sonra birden muazzam bir gürültü gelir üzerimize. O gürültü ile birlikte muazzam bir basınç insanları savurur. Kaos! Oppenheimer’in 1965’teki bir söyleşide “Ben dünyaların yıkıcısı, ölüm oldum!” sözleri ile anlattığı bu an, Los Alamos’ta ismi “alet” olan bu bombanın nasıl bir yıkıcı güce sahip olduğunu inandırıcı bir biçimde gösteriyor. Henüz Hiroşima ve Nagasaki’ye atılmamıştır Trinity deneyinde patlatılan bombanın daha güçlüleri. Henüz ilk anda 126 bin insan öldürülmemiştir yalnızca iki bomba ile. Henüz bombanın yalnızca yıkıcı etkisini görüyoruz deney bombasının. Patlamanın merkezinin dokuz kilometre, ikinci hâlede 30 kilometre uzağındayız.
Yakıcı etkisinden uzağız ve her şeyden önce radyasyon etkisinin sonuçlarını bilmiyoruz. Bilim insanları muazzam güçlü bir bomba yapmayı becermiş ve onu başarıyla deneylemişlerdir. O hâlde kutlama zamanıdır. Herkes büyük bir sevinç ve coşkuyla birbirini kutlar. Bayram havası vardır Los Alamos’ta. “İşini” başarıyla yapmış insanların sevinci, coşkusu, huzuru sahneleri bunlar. Patlamanın ertesi günü Alamos’ta deneyde patlatılan atom bombasının iki benzerinin askeri taşıyıcılara yüklenip yola çıkarıldığını görürüz. Bu yükleme sırasında dikkatli olunması yönünde uyarılarda bulunan bir bilim adamına, taşımadan sorumla subayın verdiği cevap ilginçtir: “Sizin işiniz burada bitti bundan sonrası bizim işimiz!” Gerçekten de öyle olur. Başta Oppenheimer, bombanın yapımında yer alan ve deneyi yaşayan kimi bilim insanları, Almanya’nın teslim olduğu, savaşın aslında bittiği şartlarda, bu bombanın kullanılmasının gerekli olmadığı yönünde görüşler savunurlar. Ama dinleyen kim? “Onların işi —çoktan— bitmiştir!” Şimdi sırada gerçek karar vericiler vardır. Onlar da Washington’dadır! Ve kararlarını çoktan vermişlerdir. ABD’nin dönem başkanı Harry S. Trumann Radyo ve TV’de de açıklar: 6 Ağustos’ta Japonya’nın Hiroşima, 9 Ağustosta Nagasaki kentlerine 20 kilotonluk iki atom bombası “başarıyla” atılmış, Japonya teslim olmuştur! Hiroşima’ya atılan bombanın ismi “Küçük erkek çocuk”, Nagasaki’ye atılanın ismi ise “Şişko adam” olduğunu biliyoruz! Nasıl sevimli isimli ölüm bombaları! Nasıl bir sinizm! 1946’da Oppenheimer ABD’de sivillere verilen en yüksek madalya olan “Medal for Merit” ile onurlandırıldı.
ABD’nin atom gücü olmasında belirleyici öneme sahip insanlardan biri, “Atom Bombası’nın Babası”dır. 1947’de Atom Enerjisi Komisyon’unun baş danışmanıdır. Bu sıfatı ile o dönemde yürüyen hidrojen bombası üretilmesi tartışmaları içinde atomdan 100 kat yıkıcı ve tehlikeli bu silahın üretilmesine karşı tavır takındığı gibi, atom silahı bağlamında da aslında bu silah konusundaki bilgilerin Sovyetler Birliği ile paylaşılmasından, bu alanda işbirliği yapılmasından yana tavır takınır. Bu silah hiçbir şekilde kullanılmamalıdır. Varlığı barışın garantörü olarak kullanılmalıdır. Her iki taraf da bu silah sahip olursa, birbirlerine karşı bu silahı kullanamazlar 1947’de Harry Truman’la, filmde de gösterilen bir buluşması vardır. Ünlü bir bilim adamı olarak Harry Truman’ın kapısında, kabahatli bir ilkokul çocuğu gibi beklemektedir. Sonra içeri çağrılır. Başkan’a atom silahı kullanılmaması ve hidrojen bombası üzerinde çalışmaların durdurulması yönünde görüşlerin aktarır. Sonra “Ellerim kanlı. 100 binden fazla insanın kanı var ellerimde. Kendimi sorumlu hissediyorum!” diyerek motivasyonunu açıklamaya çalışır. Truman’ın cevabı, cebinden çıkardığı mendili Oppenheimer’e uzatmak olur: “Al ellerinin kanını sil. Rahatla!” der. “Sen almadın kararı. Kararı alan benim!” Sonra sekreterine Oppenheimer’e çıkış yolunu göstermesini söyler. Oppenheimer dışarı çıktıktan sonra, Truman’ın geri dönen sekretere “Bir daha bu ağlakı getirmeyin yanıma!” dediğini görür, duyarız! 1947’de hidrojen bombası üzerine yürüyen tartışmalarda, Oppenheimer’in zıt kutbu ABD Atom Enerjisi Komisyonu’nu başkanı Lewiss Strauss’tur.
Filmde onu hastalık derecesinde kıskanç, içten pazarlıklı ve korkunç intikamcı ve entrikacı bir tip olarak görüyoruz. Oppenheimer’e düşmanlığı yalnızca onun bilim alanında bir komet gibi yükselmesine duyduğu kıskançlıktan gelmiyor. Filmin anahtar sahnelerinde üniversite bahçesindeki küçük bir gölette Oppenheimer ile Einstein arasında kısa bir görüşme oluyor. Bu görüşmede Lewiss Strauss kendini dışlanmış hissediyor. Onların arasında ne konuştuklarını sorduğunda aldığı, “Önemli değil!” cevabını beyninin bir kenarına yazıyor. Kendi kurgusunda bu konuşmada Oppenheimer ve Einstein, Lewis Strauss hakkında kendi aralarında kaynatmıştır! Filmin en sonunda öğreniyoruz ne konuştuklarını. Konuşmalarının konusu Lewiss Strauss gibi filistenlerin düşünemeyeceği büyüklüktedir. Ne konuştuklarını öğrenmek istiyorsanız görün filmi! Film sonra 1954’e atlıyor.
Soğuk savaş başlayalı 5 yıl olmuştur. ABD ve Sovyetler Birliği karşılıklı olarak atom bombası ve hidrojen bombası yarışı içindedir. ABD’de anti-komünizm zirve yapmıştır. Komünist avcıları işbaşındadır. Bir dizi aydın komünist partisi üyesi olma, komünist olma “suçlaması” ile özel olarak “Komünist Faaliyetleri Araştırma Komisyonu” adı altında kurulan, dönemin içişleri bakanı olan Mc Charty’nin adı ile de anılan bir komisyonda sorguya çekilmektedir. Sonuç onlarca aydının işsiz kalmasıdır. Oppenheimer toplantıları kamuya açık olan bu komisyonda sorguya çekilemeyecek kadar ünlü ve ABD yurtseveridir. Bu yüzden Atom Enerjisi Komisyonu danışmanlığı için gerekli güvenlik sorgulaması adı altında gizli bir şekilde çekilir sorguya. Filmin bu önemli bölümü siyah beyazdır. Renk devreye yalnızca Oppenheimer’in verilen sorulara cevapları sırasında kendi zihnindeki geri dönüşlerinde girer. Bu geri dönüşler filmin önemli bölümünü oluşturur. Burada Lewiss Strauss Oppenheimer’in olmayan komünistliğini ispatlamak için her türlü numarayı yapar. Oppenheimer için sonuç, güvenilir statüsünün kaldırılmasıdır. O, bu kavgaları bırakıp akademi alanına döner. Oppenheimer kamusal alandan çekilir. Esasta görünmez olur. 1963’te John F. Kennedy’nin başkanlığı döneminde bir kez daha, ABD için yararlı işler yapmış bilim adamlarına verilen Enrico Fermi ödülü ile hatırlanır. Film kendini Oppenheimer’in görünür olan dönemi ile sınırlamıştır. Oppenheimer konusu itibarıyla bilim insanlarının yaptıkları buluşlarda sorumlulukları gibi, bugün de örneğin yapay zekâ, ya da insan klonlanması konularında olduğu gibi güncel ve aynı zamanda ahlak felsefesi açısından çok önemli bir sorunu tartışan, tartıştıran bir film. Nolan Oppenheimer’i ateşi çalan Prometeus gibi trajik bir kahraman olarak resmediyor. Oppenheimer’i yalnızca onu bize tanıtan bir film değil, aynı zamanda bir tarihi dönem filmi. Kurgu olarak bütün Nolan filmleri gibi kronolojik bir anlatım değil. Seyirciyi yer yer zorlayan ve film üzerine film sonrasında düşünmeye iten bir film.
Senaryosu, kurgusu, müziği, oyunculuğu, görüntü yönetmenliği ve yönetmenliği ile mükemmel bir film. Yılın şimdilik en iyi filmi olduğu kesin. Ama bence yılın en iyi filmi olmakla kalmıyor Oppenheimer. Kendime soruyorum: Bu filmde ne daha iyi yapılabilirdi? Cevabım: Hiçbir şey oluyor. Usta Nolan’ın şimdiye konusunu gerçek hayattan alan en iyi filmi. Dört dörtlük bir film. Bir başeser! Mutlaka görün bu filmi. Ve mutlaka sinemada görün!
Bu yazı Güney Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi’nin 106’ıncı sayısından alınmıştır.
Asopress - Kültür Servisi
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.