Barışın ilk adımı ekolojiden geçer

Asopress - Metin Yoksu

DEM Parti Ekoloji Eş Sözcüsü Melis Tantan, uzun yıllardır Türkiye'nin birçok ilinde ekoloji hareketleri ve toplumsal mücadelelerin içinde yer alan bir isim. Siyasetçi kimliğinin yanı sıra aktivist kimliğiyle de öne çıkan ve bilinen Tantan, son yıllarda Kürt illerinde artan ormansızlaştırma, maden projeleri ve güvenlik odaklı doğa tahribatlarına karşı yürütülen çalışmalarda politika üretmeye çabasında. Doğayı bir yaşam alanı olarak gören ve ekoloji mücadelesini barış ve demokrasi mücadelesinin ayrılmaz parçası kabul eden Tantan, “ekokırım” kavramını da Türkiye kamuoyuna taşıyan isimlerden biri olarak öne çıkıyor.

Geçtiğimiz haftalarda Şırnak’ın Besta bölgesinde gerçekleştirilen yürüyüş ve orman nöbeti, onun sözleriyle “sadece bir protesto değil, aynı zamanda doğayı korumanın fiili bir biçimi” oldu. Tantan’a göre bu eylem, beton bloklarla çevrili yaşam alanlarından doğaya doğru açılan sembolik bir çıkış niteliği taşıyor. Tantan'a göre TOKİ binalarının gölgesinde başlayan yürüyüş, hem yerel halkın doğayla kurduğu bağı yeniden görünür kıldı hem de Kürt kentlerindeki ekoloji direnişlerinin Akbelen ve Kazdağları gibi mücadelelerle birleşebileceğini gösterdiğini savunuyor.

Tantan, Kürt kentlerindeki ekoloji mücadelesinin batıdaki örneklerden farklı olarak doğrudan savaş ve güvenlik politikaları altında yürütüldüğünü vurguluyor. Buna rağmen kadınların, gençlerin ve köylülerin doğrudan sahiplenmesiyle yeni bir dönemin kapısının aralandığını söylüyor. Ona göre Şırnak’taki nöbet, sadece ağaçları değil; hafızayı, toplumsal dayanışmayı ve geleceğin yaşam alanlarını da savunmanın güçlü bir örneği. Tantan, Besta eylemini, yürüyüşünü ve ekokırım kavramının yansımalarını Asopress'e anlattı. 


TOKİ'lerin içinden başlayan yürüyüşün Besta'da önemli bir nöbet eylemine dönüştü ve yankıları halen devam ediyor. Etkisi nasıl oluyor da bugün devam ediyor?

Bu eylem özellikle bölgede son yıllarda artan ağaç kesimleri, ormansızlaştırma ve güvenlik politikalarıyla bağlantılı ekolojik yıkıma dikkat çekmek için önemliydi. Şırnak 2017’lerde en çok yıkılan ve birçok mahallesini kaybeden bir yer. Biz daha çok Sur’un ve Cizre’nin yıkımını konuşuyoruz ancak Şırnak’ta halkın yaşadığı zulüm de unutulmalı. TOKİ’ler adeta bir halkın özgür yaşam ve dayanışmacı topluluklar kurma isteğine ve mücadelesine karşı bir savaş kulesi şeklinde yükseldi bu şehirlerde. Mahallelerin yaşam kültürünü bozdu, her ailenin geçmişinin ve yas alanlarının üzerine betonlar dikildi. 

Kırım politikası sadece görünürde olan bir şey değil, bu alanlarda yükselen beton binaların kendisi devletin bu topraklardaki on yıllardır sürdürdüğü savaş politikasının adeta bir simgesi.. Parçalanmak istenen toplumsal bağlar, topluma uygun olmayan yaşam alanları, doğaya yerel iklime uymayan yapılaşmalarla toptan bir yabancılaşmanın sirayet ettirilmeye çalışılması… Yürüyüş bu açıdan da aslında yeni meydan okuyuş. Binalarının arasından doğaya açılan bu yürüyüşün ‘bir parçası olduğumuz doğayla her koşulda buluşuruz’u anlatan sembolik bir yanı da vardı. Beton ve zorunlu iskân politikalarından ormana, yani yeni yaşama, yaşam alanına doğru bir çıkıştı bu, belki de yürüyüşün en manalı mesajı buydu: bizi hapsettiğiniz beton yığınlarına ve teslimiyetçi politikalarınıza teslim olmuyoruz, izin vermiyoruz dedi Şırnak halkı. 

Peki, ya nöbet?

Oldukça önemliydi. Bugün bir nevi “Yerinde kalma” pratiğiydi yani sadece bir protesto değil, aynı zamanda doğayı korumanın fiili bir biçimini sergilemiş olduk. Katılım, beklenen kadar yüksek olmasa da bölge halkının varlığı, sivil toplumun ve ekoloji hareketlerinin desteği görünür oldu. Daha kitlesel bir ilgi beklense de devletin baskı ortamı, güvenlik kaygıları ve medyanın sessizliği katılımı sınırladı. Bu iki gün küçük gibi görünen ancak moral ve sembolik açıdan güçlü bir çıkış oldu aynı zamanda Kürdistan’da da aynı Kazdağları ya da Akbelen’de olduğu gibi uzun soluklu ve görünür olan ekoloji direnişlerinin mümkün olabileceğini gösterdi. Ekoloji eylemlerini 2022’deki Cudi yürüyüşünden bu yana kurumların ortak basın açıklamaları şeklinde yapıyorduk, bu dönem artık bu eylemler yeniden köylülerin, kadınların ve gençlerin doğrudan sahiplenmesi ile gerçekleşiyor, hatta kimi yerellerde köylülerin kendi örgütlenmeleri hız kazanıyor.

Eylemler biteli çok oldu ama etkileri devam ediyor. Peki, bundan sonra ne olacak? 

Şırnak’taki yürüyüş ve Besta nöbeti yeni dönem için bir başlangıçtı. Barış ve Demokratik Toplum çağrısından sonra bu çağrının hayat bulacağı yerlerde yapılan ilk büyük ekoloji eylemi. Onurlu bir barışın tesisinin önce doğayla barışmakla başlayabileceğini söylüyoruz, bu nedenle Kürdistan’da on yıllardır devam eden ekolojik kıyımın durdurulmasını atılması gereken ilk adım olarak görüyoruz. Buradan hareketle; orman kıyımına karşı Şırnak’ta toplanan temsili 8 bini aşan imza, yürüyüşümüz ve nöbetimiz il ve ülke kamuoyunda orman kıyımını gündeme taşımış, tepkileri örgütlemiş ve kıyımı belli bir ölçüde durdurmuştur. Bu yeter mi? Yetmez. Nöbetin hemen ertesi günü gencecik ağaçların daha dallarında yaprakları bile varken kesilmiş halde kamyonlarla taşındığının görüntüleri geldi. Bu nedenle; bu kıyımı durduruncaya kadar tek bir ağacın kesilmemesini sağlayıncaya kadar mücadeleyi yükselterek devam etmemiz gerekiyor. Kadınların ve gençlerin öncülüğünde bir ekoloji mücadelesi, hukuken açılan davaların takipleri devam edecek.

Doğa için eylemler çok yapılıyor. Lakin eylemlerin biçimleri ilk bir kaç gün konuşuluyor sonra unutulabiliyor? Aradan çok zaman geçti o zaman kesilen ağaçların ormana atılması tartışılmamıştı? Neden kesilen ağaçlar ormana atıldı?

Devlet, taşeron şirketler bu toprakları sahipsiz sanıyorlar. Son yıllarda baskıların giderek arttığı ve inkar, imha ve asimilasyon politikalarına karşı direnişin azaldığı varsayımı savaşın coğrafyasında yeni bir psikolojik savaş şeklinde ilerliyor. Bu aslında buna bir yanıttı. Kürtler, yok olmadılar, dilleri, varlıkları, toplulukları, dayanışmacı yaşantıları ve doğalarıyla varlar, topraklarına sahip çıkıyorlar. Kırımların boyutları ne kadar çok olursa olsun meydanı boş bırakmıyorlar. Nöbette kesilen ağaçların ormana tekrar geri atılması, kestiğiniz bu ağaçlar bizim tarihimiz, yaşamımız, bunları paraya çeviremeyeceksiniz demekti. Bu mesajı daha da büyüteceğiz. Halkın doğayla bağını koparmak isteyenlere karşı “bu bağı koparamazsınız” demeye ve doğaya sahip çıkarak bu kırımı durdurmaya devam edeceğiz.

Batı eylemler ile buranın farkı nedir?

Batıdaki ekoloji mücadeleleri daha görünür ve kitleseller. Ancak şunun altını çizmek lazım, bu görünür olan ve neredeyse popülerleşmiş bu mücadeleler bugün başlamadılar, on yılların sebatla örülen emeklerin sonucu olarak bugün geldikleri noktaya ulaştılar. Aslında bu direnişler herkese bir şeyi gösteriyor; yılmadan ve tüm zorluklara göğüs gererek yeri geldiğinde bir kişi yeri geldiğinde binlerle, yeri geldiğinde davalar açarak yeri geldiğinde basın açıklaması yaparak yer geldiğinde de meşru müdafaalarla bütünlüklü bir mücadele yürütmenin önemini gösteriyorlar. Kürdistan’da elbette görünmez kılınmaya çalışılan ve halklar arasında yerleştirilmeye çalışılan düşmanlıkla engellenmeye çalışılan birliktelik pratiği var, bunu çok açık hissediyoruz. Ve Kürdistan’daki ekoloji mücadelesi namlular altında, tehditleri ve ölümü göze alarak verilmesi gereken bir mücadele idi, bu bakımdan batıdaki tüm mücadelelerden ayrışıyor, çünkü savaşın sürdüğü yerde tüm yaşamı savaş koşulları belirliyor. 


Batıda?

Batıda sadece rant odaklı bir kıyım varken burada güvenlikçi politikaların ekokırım politikalarını iyice yerleştirmeye çalıştığını görüyoruz. Bu son dönemde de kendini gösteriyor, Gabar’daki petrol çıkartmalar bunun son örneği. Burada “doğa üzerinden süren bir savaş stratejisi” var diyebiliriz. Birbirinden farklı ama birbiriyle de aynı olan bu mücadelelerin birbirinin acısını ve kaybını anlayarak birleşmesi şart. Ekolojik tahribatlar her ne nedenle olursa olsun önce doğadaki canlıları zorunlu göçe uğratıyor sonra insanları yerlerinden ediyor. Hem Kürdistan’da hem de batıda bunun sayısız örnekleri varken bu mücadelelerin birleşmemesi önünde aslında hiçbir engel bulunmuyor. 


Burada birliktelikleri gördük yeniden olabilir mi bu birliktelikler?


Bu iki mücadele birleştiğinde, hem sermayeye hem militarizme karşı bütünlüklü bir ekoloji siyasetini ortaya koyabilir ve daha da güçlenebiliriz. Önümüzdeki dönem bu perspektifteki çalışmaları da hayata geçirmeye çalışacağız. Bu yürüyüş ve nöbet bu açıdan da önemli bir yerde duruyor. Bu eylemlilik üç yıldan sonra Kürdistan’daki orman kıyımı ile Türkiye’nin batısındaki ekokırım pratiklerini bağlayan bir köprü işlevi gördü. Ekoloji hareketlerinin 1 Eylül’de yaptıkları ortak barış çağırısı da bunun bir diğer önemli boyutu olarak gelişti.

Sizin de mücadelesini verdiğiniz Ekokırım kavramını Şırnak için konuşursak ne diyebiliriz?

Mücadelenin sürekliliği ve önemini anlatmak bakımından kullandığımız ekokırım kavramı, Şırnak’taki son eylemde de ortaya çıktı. Bu enternasyonal çevre ve insan hakları mücadelesinin de önemli bir bileşeninin Kürdistan’daki ekoloji mücadelesi olduğunu anlatmak bakımından çok önemsediğimiz bir konu. 

Ekolojik hafızayı canlı tutabilmek için Dicle, Botan, Munzur vb yerlerde ekokırımı görünür kılmak, önleyebileceğimiz kadar önlemek ve belgelerle kayıt altına almak gelecek açısından oldukça önemli, umarım önümüzdeki süreçte bunu başarabiliriz. Çünkü Hasankeyf’in sular altına kaldığı unutulursa Goderne vadisindeki köyleri suyun altına bırakmamayı başaramayız, çünkü Şırnak’ın orman varlığının nasıl yok edildiğini hatırlamaz isek Kulp’un madenlerle yok edilmesine karşı ormanları ve köyleri koruyacak bir bilinci açığa çıkartamayız. Ekolojik hafıza, nerde neyi koruduğumuzu ya da neden koruyamadığımızı ortaya çıkartmak ve geçmişten öğrenerek geleceği kurabilmek için çok önemli. Bu aynı zamanda tüm canlılara yüzyıllardır yaşam sağlamış Mezopotamya’nın kadim coğrafyasının tüm canlı-cansız varlıklarını tanımak ve kayda almakla da birlikte yürüyebilecek bir kolektif çalışmanın ürünü olabilir.

Asopress - Metin Yoksu